21 Ekim 2012 Pazar

Yeşilin Propagandası

Edward Bernays ile Halkla İlişkiler ve Propaganda

Sadece Lucky Strike ile yürüttüğü kampanyayla dahi belgesel olmaya müsait bir hayatı olan Bernays, aynı zamanda Amerika'nın İngiltere yanında savaşa girmesi için kamuoyunu etkilemek amacıyla kurulan Creel Komitesi' nde çalışmıştır.

Halkla ilişkilerin babası olarak bilinen Bernays; bu ünvanı ne halkla ilişkilerin ilk kitabını yazdığı için ne de halkla ilişkiler dersi veren ilk kişi olduğu için almıştır. Onu bu kulvarda yücelten kuşkusuz "halkla ilişkiler" terimini kamuoyuna benimsetmeye çalışması ve rıza mühendisi olarak insanlara yeni gereksinimler yaratması olmuştur. Ancak tüm bu bilgilerden öte onun en popüler özelliği Sigmund Freud ile olan akrabalık ilişkisidir. Kendisi vakti zamanında amcasının araştırmalarını İngilizce'ye çevirmiş ve toplumsal taban yaratmada bu çözümlemelerden etkilenerek ikna metodunu kullanmıştır. Evet, yanlış okumadınız! Bernays, Freud'un öz yeğenidir. O dönemde bu akrabalık derecesi nasıl bir anlama sahipti, bilemiyorum ancak bugün "Freud Amca" söylemi kulağa oldukça havalı gelmiyor değil. Dönemin bahsi geçmişken Edward Bernays 1891'de doğmuş, 1995'te ölmüş; yani dünya savaşlarının her ikisine de şahit olmuş biridir.


Birçok hatırı sayılır akademisyen Bernays'in, ABD Başkanı Thomas Jefferson'a ait: "gerçek anlamda demokratik bir toplumda, her şey kamuoyu rızasına bağlıdır" sözüne dayanarak halkla ilişkiler stratejileri geliştirdiğini iddia eder. Gerçi bu lakırdıyı eden Jefferson'ın hayatında bir kez bile toplum önünde konuşmamış olması oldukça ironiktir. Bugün "manufacturing consent" yani rızanın üretimi olarak bize sunulan terminoloji, yıllar önce Bernays'in keşfetmekle kalmayıp aynı zamanda başarıyla uyguladığı bir taktikti. Devlet ya da şirketlerin normal şartlarda insanları ikna edemeyecekleri davranışlara; olumlu bakmalarını veya tepkisiz kalmalarını sağlayan bu olgu Bernays'in mimarı olduğu inşaların temelini oluşturuyordu. Öyle ki; Amerikan halkının kahvaltı kültürünü bile değiştirmiş, doktorlara "bacon" tüketmenin kalp sağlığı yararına olduğu şeklinde açıklamalar yaptırmış ve bugün pastırmalı yumurtayı Amerikan mutfağının vazgeçilmezleri arasında kabul etmemizi sağlamıştır. Yani biz bu yolları giderken; Bernays çoktan köşeyi dönmüştü (!)

Lucky Strike ile yürüttüğü halkla ilişkiler kampanyasını detaylandıracak olursak; bu çalışmanın günümüzde hala birçok propaganda tanımında örnek olarak kullanılmakta olduğunu hatırlatarak işe başlamak doğru olacaktır. Olayın eğlenceli olan hikaye kısmına geçersek;


1950'li yıllarda, kamuya açık yerlerde sigara içme yasağıyla başı dertte olan Lucky Strike, Edward Bernays ile çalışma kararı alır. ABD resmi gazetesinde sigaranın miğde hastalıklarına iyi geldiğini anlatan bir yazı yayımlatarak göreve başlayan Bernays; kısa bir süre sonra, yaptığı araştırmalar neticesinde özellikle kadınlar tarafından bu markanın tercih edilmediği sonucuna ulaşır. Küçük bir kamuoyu yoklaması sonunda; kadınların yeşil rengin kıyafetleriyle uyum sağlamadığı için Lucky Strike'ı tercih etmediğini anlar ve bu durumu yönetim kuruluna iletir. Fakat ambalaj değiştirmenin büyük rakamlara mal olacağını öğrenen Bernays başka çözüm yolları aramaya başlar. Çok geçmeden: "ambalajın rengini değiştiremiyorsak; yeşili moda yapalım" fikriyle yola çıkar ve bir balo düzenler. Özellikle yeşil tonlardaki kıyafetlerin seçilmesini baloya katılacaklardan rica eden Bernays; Vogue, Harper's Bazaar gibi dergilerin de bu olaya ilgi duyması sonucu amacına ulaşır ve o yıl, gerçekten de yeşil moda haline gelir. Tabi ki bu durum kadınların sigara satın alırken tercihlerini etkiler ve Lucky Strike satışlarında beklenen artış elde edilir.


New York'da düzenlenecek Özgürlük Korteji'nde yürümeleri için güzel mankenler kiralayan Bernays "eşit olun, sigara için" iletisi vermeyi amaç edinmiştir. Bu kadınlar aynı anda sigaralarını yakıp yürürlerken halka bu durumun kadın-erkek eşitliğinin bir sembolü olduğu mesajı verilir. Edward Bernays'in kampanyasıyla sigaranın ateşi  artık "özgürlük meşalesi" olarak anılır olmuştur. Bernays daha sonra yaptığı açıklamalarda: "propaganda nasıl savaşta kullanılıyorsa barışta da kullanılır diye düşündüm. Propaganda kelimesini Naziler kirlettiği için  de 'halkla ilişkiler' kavramını kullandım." der.

Bernays'in bir grup kadının eline sigara vererek düzenlediği yürüyüş,  bugün hala halkla ilişkiler dünyasında efsaneleşmiş bir eylem olarak anılmaya devam ediyor. Kendisinin yapmış olduğu halkla ilişkiler tanımı ise; zihninde propaganda ve halkla ilişkilerin ne denli içe içe olduğunun kanıtı: "halkla ilişkiler herhangi bir eylem, dava, hareket veya kurum için; enformasyon, ikna ve uyarlama yoluyla kamu desteğini sağlama çabasıdır." Bernays bile yaşadığı dönemde propaganda-halkla ilişkiler kavramlarını birbirinden ayrı düşünemezken; günümüzde bunun aksini iddia etmek; Bernays gibilerin köşeyi dönmesini seyretmek değil de nedir?

17 Ekim 2012 Çarşamba

Sanayi İnkılabı Sürecinde Çocuk İşçiler

Sanayi İnkılabı: Çocuk İstihdamı / Çocuk İstismarı

Tarihteki birçok trajediye karşı, olması gerektiğinden çok daha tepkisiz kalıyor ve olayları olabildiğince "sıradan" algılıyoruz. Vicdanımızı rahatlatmak, kendimizi temize çıkarmak adına birkaç kelam ettiğimiz olayların derin bir perde arkası mevcut. Örneğin;tüm dünya süreçlerinin abc'sini değiştiren Sanayi İnkılabı var olma sebebini çocuk işçilere borçlu. Her ne kadar ilk duyduğunuzda inanmak istemeseniz de konuyla alakalı birkaç makale karıştırmanız belki de biraz sonra benim kaleme alacaklarımdan daha inandırıcı ve ikna edici olabilir. Yaşları ortalama 6-7 arasında değişen bu çocukların bazıları; ellerini dokuma makinelerine kaptırmış bazıları ise; erken yaşta akciğer hastalıklarıyla tanışmak zorunda kalmış. Sanayi İnkılabı'nın yarattığı rekabet baskısıyla farklı bir boyut kazanan çocuk işçiliği, bugün az gelişmiş ülkelerin yanı sıra, endüstrileşme sürecini tamamlamış Batı ülkelerinin de sorunu olmaya devam ediyor. Ama, gelin biz öncelikle bu işin en can alıcı sürecine ışık tutalım:


Çocuklar sanayileşme döneminden önce de çeşitli işlerde istihdam ediliyordu ancak bu çalışmalar çoğunlukla aile içinde ve endüstri öncesinin temposuna göreydi. Zaman içinde dayanma güçlerinin ötesinde kullanılan çocuklar, istihdam edilmenin peşi sıra istismar edilmeye başlandı. Özellikle Sanayi İnkılabı'nın kalbi olan İngiltere'de feci bir tablo söz konusuydu. Çocuktan ziyade "bebek" diyebileceğimiz 5 yaşındaki işçiler günde 16 saate varan zaman diliminde tekstil fabrikalarında çalıştırılıyor, emeğinin karşılığını ise karın tokluğuna tamah ederek alıyordu.

18. yüzyılda, İngiltere'de buhar gücüyle çalışan makinelerin endüstri sürecini başlatması sonunda; Avrupa'da ortaya çıkan sermaye birikiminin mihenk taşı çocuk işçilerdi. Özellikle dokumacılık sektöründe bobinlere ipleri sarmak için ihtiyaç duyulan küçücük eller, rekabet hırsından gözü dönmüş işverenlerin kısa sürede gözdesi haline geldi. Daha fazla kazanma arzusu, ucuz olan çocuk iş gücünün son raddesine kadar sömürülmesine ve emek piyasasında bu durumun adeta bir müsabakaya dönüşmesine yol açtı. Rekabetin her geçen gün bir adım daha ön plana çıktığı bu süreçte, çocuklar eğitimlerinden ve eğitim yoluyla kazanacakları vasıflardan yoksun kaldığı gibi, istihdam edilmenin yanında daha çok istismar edildiler.

Oxford Üniversitesi akademisyeni Prof. Jane HUMPRIES' in yaptığı araştırmaya göre: 1800'lerde 350 bini 7-10 yaşlarda olmak üzere, en az 1 milyon çocuk fabrikalarda istihdam edildi. Ve yine bu dönemde toplam iş gücünün yaklaşık %15'i çocuklardan oluşuyordu. Rakamların yarattığı  bu dramatik tabloya bir de bu çocukların boğaz tokluğuna çalıştırıldığını eklersek, sanırım durumun vehametini daha iyi anlamış oluruz.


Yalnızca İngiltere ya da Avrupa'da değil; Hindistan gibi birçok Asya ülkesinde de işverenler tarafından çocuklar tercih ediliyor, Uzak Doğu ülkeleri yine bu sayede 1980'li yıllarda sanayi alanında büyük bir ivme kazanıyordu.


Türkiye'de ise DİE'nin 1994 yılı rakamlarına göre 6-14 yaşları arasındaki 12 milyon çocuğun %32'si çalışmaktaydı.


Sonuç olarak; yetişkinlerin bile sağlık şartlarını zorlayan sanayi sektörünün çocukları istihdam etmesi, "cinayet" dışında başka bir konsept ile açıklanamaz. Psikolojik ve bedensel gelişimlerinin yanı sıra eğitim haklarından da mahrum bırakılan bu çocuklar asla yüksek gelir getiren bir işte faaliyet gösteremeyeceği gerçeğine maruz bırakılıyor. Bizler her ne kadar onların emeğine değer vermesek de Sanayi İnkılabı'nın tüm yükünü onların sırtlandığı gerçeğini değiştiremez ya da bu durumu "sıradan" olarak algılama lüksüne sahip olamayız.